„İzafeten Dava” Ne Demek? Tarihsel Arka Plan ve Güncel Tartışmalar
Dil, hukuk sistemlerinin aynasıdır. Bir kelimenin incelikleri, sadece anlam taşımakla kalmaz—aynı zamanda bir toplumun yapısını, değerlerini, hatta uluslararası ilişkilerdeki dengelerini de yansıtır. Hukuk alanında kullanılan “izafeten dava” ifadesi de bu bakımdan pek çok katmana sahip bir kavramdır. Bu yazıda, izafeten davanın tarihsel gelişimini, Türk hukuku içindeki yerini ve günümüzdeki akademik tartışmalarını ele alacağız.
Tarihsel Arka Plan: İzafeten Dava Kavramının Kökenleri
Türk hukuk sisteminde “izafeten dava” ifadesi, özellikle ticari ilişkilerde ve temsil yetkisi bağlamında öne çıkmaktadır. Örneğin, Türk Ticaret Kanunu (TTK) m. 105/2 hükmünde; bir acente aracılık ettiği veya yaptığı sözleşmelerden doğan uyuşmazlıklarda, müvekkili adına dava açabileceği gibi, müvekkiline izafeten kendisine de dava açılabileceği öngörülmüştür. [1]
Bu düzenlemeyle, yabancı tacirler aleyhine Türkiye’de dava açılabilmesi için, Türkiye’de bulunan acenteler “izafeten” davalı gösterilebilmektedir. [2] Yani dava, asıl davalının yerine onunla bağlantılı olan temsilci veya aracıyı hedef alabilir — burada esas olan, “davayı doğuran ilişkideki asıl tarafın Türkiye dışı olması ve Türkiye’de etkili bir tebligat adresi bulunmaması” durumudur. [3]
Bu bağlamda “izafeten dava” terimi, “bir kişi adına ya da bir kişiyle bağlantılı olarak, o kişi yerine sorumluluk yüklenen başka bir kişiye karşı açılan davayı” anlatan özel bir hukukî işlev kazanmıştır. Kelime anlamı itibarıyla “bir şeye göre, ona göre” anlamındaki “izafeten”, burada “asıl davalıya izafeten (onun yerine) başka bir kişi” kavramını yansıtır.
Günümüzdeki Akademik Tartışmalar
Akademik literatürde izafeten dava hakkı hem usul hukuku hem de uluslararası özel hukuk alanında tartışılan bir meseledir. Bir yönüyle, bu mekanizma ticaretin uluslararası boyutlarına karşı yerli taciri koruma amacı taşırken; diğer yönüyle bu düzenlemenin meşruiyeti, tarafsızlığı ve etkinliği üzerine çeşitli eleştiriler ortaya çıkmaktadır. Örneğin, bir makalede bu mekanizmanın yargılama usulü açısından belirsizlikler içerdiği ve özellikle gerçek davalının Türkiye’de bulunmaması halinde tenfiz (yurtdışında kararın geçerliliğini sağlama) sorunları doğurduğu vurgulanmıştır. [3]
Etkinlik açısından bakıldığında ise şunlar öne çıkmaktadır: Eğer asıl davalının Türkiye’de malvarlığı yoksa, davanın sonuçları pratikte etkisiz kalabilir; zaman ve maliyet kaybı yaşanabilir. [4] Ayrıca, hukuk literatüründe “temsil yetkisi” ve “taraf kavramı” açısından izafeten dava hakkının hangi şartlarda kullanılabileceği, tarafların iradesiyle anlaşma yapıp yapamayacağı, ve bunun uluslararası usul kurallarıyla ne ölçüde uyumlu olduğu gibi sorular vardır. [3]
Bu tartışmalar ışığında, izafeten davanın hem avantajları hem de sınırlılıkları açıkça görülmektedir. Avantajı, yerli taciri yabancı karşıt tarafla dava açamama durumundan koruyabilmektir. Ancak sınırlılıkları, usul adaletinin tam sağlanamaması, temsil edilenin haklarının etkin bir biçimde korunamaması ve kararın uluslararası uygulanabilirliği konusunda riskler barındırmasıdır.
Pratik Örnek ve Somut Durum
Örneğin, bir yabancı firma Türkiye’de acente vasıtasıyla faaliyet yürütüyor ve sözleşmeden doğan bir uyuşmazlık ortaya çıkıyor. Asıl dava yabancı firmaya karşı açılamıyor olabilir — yurt dışı bağlantısı, tebligat sıkıntısı gibi sebeplerle. Bu durumda, acente “davalı” gösteriliyor, yani asıl firma yerine acente “izafeten” sorumlu tutuluyor. Bu tip uygulamalarda, mahkeme kararında “aceminin müvekkiline izafeten dava açıldı” şeklinde ifadeler yer alır. [5]
Ancak bu tür davalarda doğabilecek sorunlar da vardır: Acente ile asıl firmanın mali durumu farklı olabilir; acentenin sorumluluğu hukuken net olmayabilir; kararın yabancı firmaya (asıl tarafa) karşı uygulanabilirliği şüpheli olabilir.
Sonuç: İzafeten Dava Ne Demek ve Ne Getiriyor?
Özetle, “izafeten dava” terimi, özellikle temsil ilişkileri içerisinde, asıl davalı yerine ona ilişik bir kişi ya da kurumun dava konusu yapılmasını anlatan özel bir hukuki kavramdır. Bu kavram, Türk hukuk sistemi içinde özellikle TTK m. 105/2 gibi düzenlemelerle gündeme gelmiş ve uluslararası ticari ilişkilerin usul boyutunda önemli bir araç haline gelmiştir.
Ancak bu aracın işleyişinde dikkat edilmesi gereken hususlar vardır: Taraflar arasındaki temsil ilişkisinin niteliği, asıl davalının yurt dışında olması ya da malvarlığının bulunmaması gibi koşullar, usul adaletini ve kararın etkinliğini etkileyebilir. Akademik çevreler bu mekanizmanın meşruiyeti, uygulamadaki sınırları ve uluslararası karşılaştırmalı yönlerini hâlâ tartışmaktadır.
Bu bağlamda sizlere yöneltmek isterim: Bir temsilciye ya da aracıya karşı açılan dava hakkı, asıl tarafın sorumluluğunu ne ölçüde yerine getirir? Ve kararın uygulamaya geçmesi bakımından ne gibi güçlükler çıkar? İzafeten davanın varlığı, adaletin tesisi açısından bir avantaj mıdır yoksa bir istisna mı yaratmaktadır? Yorumlarınızı bekliyorum.
—
Sources:
[1]: “HUKUK FAKULTESI DERGISI 4-2 – DergiPark”
[2]: “Public and Private International Law Bulletin » Makale » Acentenin …”
[3]: “Public and Private International Law Bulletin – DergiPark”
[4]: “Acentenin Müvekkilini Mahkemede Temsil Yetkisi (İzafeten Dava Hakkı …”
[5]: “ACENTA HAKKINDA MÜVEKKİLİNE İZAFETEN DAVA ACILA BİLECEĞİ”